Soğuk ama güneşli bir gündü. Hiç unutmuyorum. Ablamın evinin
bahçesinde akşam çayı için sandalyeleri falan düzenliyordum haberi radyodan duyduğumda…
Neden olduğunu sorgulamadan, bundan sonra hiçbir şeyin aynı olmayacağını hemen
anlamıştım.
Bugünle karşılaştırınca zavallı bile sayılabilecek ilişkiler
ağını yazıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam yılın sadece ilk günü, keyifli yazılarını
kaleme aldığı için adını “Gözleme” olarak değiştirdiği köşesinde…
Kim hangi ihaleye nasıl girmiş, o girdiği ihale koşulları
hazırlanırken kimler, kimlerin firması üzerinden kiralanan ofis katlarında
görülmüş, bir dedektif titizliği ile araştırıp, korkusuzca açıklardı.
Diğer pek çok kavramda olduğu gibi, “araştırmacı gazetecilik”
ayağa düşmeden önce, karanlıklarda kalması tercih edilen ne varsa, gün yüzüne
çıkardı onun sayesinde.
Demokrasinin vazgeçilmez 3 kuvvetinin ayrı ayrı işlediği dönemlerde,
basına 4. güç denmesinin en önemli gerekçesini neredeyse tek başına yerine
getirirdi…
Bir günden bir güne, meslektaşları ya da bir başkası için
saygı sınırlarını aşacak, şimdi çok sevilen haliyle polemiklere neden olacak
tek kelime görmedim yazdıklarında.
O, sadece işini yapardı. En iyi haliyle…
O yüzden de susturuldu.
Büyük bir gürültüyle.
Diğerlerine ibret olsun diye.
Kalemini satmadığı için.
…
Bayrağı devralan var mı? Doğrusunu söylemek gerekirse, tüm
özellikleriyle birlikte, “hah budur” diyebileceğim bir örneğine henüz
rastlamadım. Tek tük, o da baskın bir otokontrol mekanizması altında, bir
şeyler söyleme gayretinde olanlar yok değil.
Hepsini toplasan bir Uğur Mumcu etmez o ayrı.
Bununla birlikte, görüşleri itibariyle tam karşısına konumlandırılabilecek
niceleri, ellerine tutuşturulan borazanlarla, nefesleri yettiğince sonuna kadar
bağırmakta…
Yine de umutlu olmak lazım…