25 yıl sonra diyorum ama aslında daha çok, ama 30 da değil.
İşte, çok uzun bir zaman sonra bugün ilk kez, ilk gençlik yıllarımın yaz aylarının geçtiği tatil beldesine gittik. Sevgili ablam, sevgilisi, sevgilim ve sevgili küçük oğlum...
Geçen zaman içinde, buradaki evimin, benim iradem dışında benden kopartıldığını düşündüğüm için, içimde yıkım derecesinde bir ruhsal bir çöküntü yaşayacağıma dair bir korku vardı.
Ama öyle olmadı.
Bunda küçük oğluma, onun yaşındayken, sonrasında hayatımın en güzel zamanları olarak hatırlayacağım zaman dilimini geçirdiğim yerleri, ilk kez ve gururla göstermemin de etkisi olmuştur şüphesiz.
Gerçi kumsalındaki kum tanesine kadar her şeyin değişmiş olduğu da bir gerçek. Yine de aynı kıvrımlı yolları yürümek, aynı yokuşları inip çıkmak ve daha önemlisi, geçen zamanın acımasız deformasyonuna rağmen gözlerinde o hep aynı ışıltıyı taşıyan eski dostlarla karşılaşmak... İşte bir mekanı, bir anıyı sizin bir parçanız haline getiren de bu bağ zaten...
Bunu deneyimleyerek kavramış olmam sayesinde, o çok korktuğum, beni oraya gitmekten bile alıkoyan yıkımı da yaşamadım... Yalnız olsaydım belki de her şey çok daha farklı olacaktı ama neyse ki öyle olmadı.
Ama bambaşka bir korkumla yüzleşmek zorunda kaldım...
Yükseklik korkusu.
Sitenin sınırları içinde kalan irili ufaklı tepelerden birinin kayalıklarla dolu zirvesi, neden bilmiyorum, küçük oğlumun merakını cezbetti. Manzarasını da çok net hatırladığım bu yere çıkmaya karar verdik.
Yine onun yaşındayken hoplaya zıplaya keçi gibi çıkıverdiğim bu tepe, bu kez beni bir hayli zorladı. Nefes nefese kaldım. Tabi bunda fazla kilolarımın ve sigara alışkanlığımın etkisini bir kenara not etmekte fayda var. Acak esas meselenin tırmanıştaki zorlanmam olmadığı çok kısa zamanda çıktı ortaya...
Zemindeki kuru otların kaygan yüzeylerinin üzerine; terden, normalde olduğundan daha kaygan hale gelen terliklerle basmaktaydık. Bir mağaranın dar ve dik girişinin hemen bitiminde, yaklaşık bir karış eninde bir patikanın da hemen yanında, yaklaşık 40 50 metre derinlikte bir yar, kayalık denizle son buluyordu. Ve tahmin edileceği üzere bu alan aslında kamuya açık olmadığı için de herhangi bir korkuluk vs gibi bir korunağa da sahip değildi.
Resmen Hitchcock filmlerindeki alan derinliği kaydırma efekti gibi, bir anda her şeyin ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Her şey derken, her şey!.. Yani kendi düşme riskim zerre umrumda değildi ama oğlum!.. Bir anda yere oturdum ve yüksek sesle çok korktuğumu, ciddi olduğumu ve hemen burayı terk etmemiz gerektiğini söyledim. Öyle de yaptık zaten.
Oğlumun gözünde yalandan güçlü, her sorunun cevabını bilen baba figürü çizmek yerine, ayağı yere basan, (bu örnekte kıçı da) rasyonel ve evet, korkuları ile de birlikte kırılgan da olabilen gerçek bir insan olmayı tercih ediyorum :)
Hasılı, katma değeri yüksek bir gezi oldu... Önümüzdeki sezonda buradan bir ev kiralayarak, en azından bir aylığına da olsa, daha uzun bir süre, burada zaman geçirme planları yaparak ayrıldık...