Sapla samanın iyiden iyiye birbirine karıştığı bir dönemde yaşıyoruz.
İnsanlar, sadece yurdum insanı da değil, külliyen neredeyse bütün insanlar, bilgiye ulaşmanın tüm zamanların en kolay hale geldiği bir devirde, bu kadar bilgisiz kalabilmeyi başardıkları gibi, eksikliğini de hiç hissetmiyorlar.
Benim babam, rahmetli, lise zamanlarında devletin yatılı okulunda okuyormuş. Köyünden de epeyce uzak kaldığı için, hem de imkansızlıktan, kısa tatillerde hep okulunda kalırmış. Okula devam ettiği süre boyunca, okulunun kütüphanesindeki roman şiir vb. normal kitapları bir tur okuyup bitirdiği gibi, mevcuttaki ansiklopedileri sıraya sokup okumaya başlamış...
E o zaman bir sinema var, ona da gidecek para yok, bir de radyo. Başka eğlencesi olmayınca insanın, haliyle okumaya veriyor kendini. Ama radyoyu da takip edermiş orası kesin. Klasik müzik bestecilerinin hemen hepsini sayardı sıradan. Eşlik etmediği türkü yok gibiydi. Sesli olarak yapmazdı annem varken ama ben gözünden anlardım...
Bilgi ilginç bir şey. Düşünsene, biliyorsun!
Bildiğin zaman, artık o her ne ise, başka bildiklerinle karşılaştırıp, aralarında bir bağ var mı yok mu onu keşfedebiliyorsun... Olaylar olgular arasında korelasyon kurabiliyorsun. Belli koşullar oluştuğunda, sonucun ne olacağını az çok tahmin edebiliyorsun... Şimdilerde bunu algoritmalarla yapıyorlar. Ama sanılmasın ki bilgiyi kürekle bilgisayara yükleyince yazıcıdan hop diye rapor çıkıyor... Onun da ince hesaplamaları analizleri var, hala ya da henüz insan eliyle yapılan...
Bunu yapan kurumlara falan rastlamışsınızdır. TV haberlerinde geçti mesela en son. Bizdeki algısıyla "amaaaan komşum, kapatıcam valla feysbuk hesabımı, her şeylerimizi dinliyorlarmış" şeklinde yer bulan, işi bilenlerin de büyük veri analizi dedikleri hikaye...
Incık cıncık anlatacak değilim, zaten derinlemesine bilmediğim konular. Derdimi anlatacak kadarını biliyorum öyle söyleyeyim...
Ama şu var, hani adını anmaktan çekindiğiniz kişi var ya, işte onun neredeyse bir asır önce hedefe koyduğu muasır medeniyet seviyesini aşma meselesi... İşte o muasır medeniyetler, yani çağdaşımız olan uygarlıklar, bu tip olaylarla haşir neşir vaziyetteler... Yani o geçmemiz istenen çıtanın seviyesi buralarda...
Bunu isteyen nasıl birisi diye hiç düşündünüz mü bilmiyorum.
Zaman içinde onca unvan isim almış olduğu halde, annesinin sadece "Mustafa'm" diye çağırdığı, ki tartmak, ölçmek bize düşmez ama peygamber sevgilerini biricik oğullarına ismini vererek taçlandıran bir aileden söz ediyoruz.
Ailesinin hali vakti yerinde olsa da, zamanın ağır şartları sebebiyle eğitimine askeri lisede devam eden, burada derslerindeki başarının yanında terbiyeli ve örnek davranışları sayesinde adına Kemal eklenen, zamanının olabilecek en iyi koşullarında kendisini yetiştirmeyi becermiş bir kişilik...
Hem asker olması, hem de mensubu olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nun coğrafyasında gelişen olaylar, bir yerde kaçınılmaz olarak adına Gazi unvanı eklenmesine sebep olurken, o, tarihimizde az sayıda askerin layık görüldüğü Mareşallik yolundaki yükselişini hiç düşünmeden bitirerek, bambaşka bir düzen içinde kariyerine sil baştan başlamayı göze almıştır.
Bu yeni kariyerindeki başarısının bir sonucu olan Türkiye Cumhuriyeti de, sırası geldiğinde onu
Atatürk soyadını vererek onurlandırmayı bilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki atılım hamlelerinin ivmesini de göz önünde tutarsak, o zamanki çağdaşlarını yakalayıp önüne geçme konusunda neden bu kadar istekli olunduğunu da anlayabiliriz... Çünkü, dünya düzeni, o zaman da şimdi de, haklı ve güçlü arasındaki dengeyi hep güçlü olandan yana kullanmakta...
Hayır bunları yazmak zorunda hissediyorum, neden? Toplumumuzun bir kısmı, (küçük, küçücük) kendisini reddetme noktasına doğru ilerlerken, daha geniş bir kesim, bir roman kahramanı gibi değerlendirmeye başladı çünkü... Bir efsane yarattığı doğrudur. Ama her olan bitenin ardında yaşanmışlıklarıyla, özlemleri ve rahatsızlıklarıyla bir insan olduğunu unutmaya başladık...
Atatürk inşa ettiği cumhuriyet ile bu toplumun tutkalıdır. Geçmişinden ve coğrafi koşullarından dolayı, kültürlerin, milletlerin ve inançların geçiş noktası halindeki Anadolu üzerinde kurulan Türkiye'nin belki de tek ortak paydasıdır. İstenildiği kadar küçük ve farklı parçalara bölünmeye, ayrıştırılmaya çalışılsın, bu ülkenin insanları için kırmızı çizgi, vatanları ve onun var olmasını sağlayanlardır.
Dolmuş yolculuğu yapanların mutlaka başından geçmiştir. Arka dörtlüde üç kişi oturuyorken, dördüncü yolcu gelir, önce koltuğun ucuna oturur, çok az sonra mabadı geriye doğru kaydırır, buraya kadar normal, birazdan bacaklarını aralayıp, ona ait alanın sınırlarını biraz aşar, sesinizi çıkartmaz, rahatsızlığınızı ters bakarak dahi olsa ifade etmezseniz, yayıldıkça yayılır artık...
Ancak bu ülkenin insanları, zaman içinde içi boşaltılmaya çalışılan değerlerine her zaman sahip çıkacaktır.
Nitekim, yüz yılı aşan köklü bir kurumun başına nasıl geldiği malum bir hödük, çıkıp Atatürk'e, taşıdığı değerlere cart curt ederse, ağzının payı itinayla verilir...
Net!