İlke, TDK sözlüğüne göre;
a. 1. Temel düşünce, temel inanç, umde, unsur, prensip. 2.
Temel bilgi. 3. Öge. 4. Davranış kuralı. 5. man. Her türlü tartışmanın dışında sayılan
öncül,
mebde, umde, prensip.
Yazık ki sosyal yapımız birey olarak prensip sahibi insanlar
olarak yetişmemize çok izin vermiyor. Yani insanların kendilerine ait doğruları
yok. Herhangi bir konuda karar vermek için ilkeler üzerinden değil, söylemler
üzerinden hareket etme alışkanlığımız var.
Kişilerin ağzından çıkanlar, zaman içinde değişkenlik
gösterse bile, sırf o söylediği için doğrudur diyerek peşinden gidiliyor… Bariz
farklılıklar çıkarsa da gayet rahat şu tarihten sonrakiler geçerlidir
denebiliyor mesela…
Böyle olunca da söylenenlerin içi boşalıyor, söyleyen ne
anlam yüklüyorsa o anlaşılıyor. Hele ki bir de hit alıyorsa, raitingi varsa…
En çok revaçta olanlar da bir takım kısaltmalar yapılarak,
şuculuk buculuk üzerinden, kendi gibi olmayana yapıştırılan yaftalar. “Olmayana”
demek zorunda kaldım, çünkü düşünme eylemi zaten hepten başkalarına devredilmiş
durumda…
Sen benden değil misin, beni istemiyor musun, o zaman
şucusun. Her ne olursan ol…
Belli bir akımın içinde misin, o akımın söylemleri bilmem ne
akımınınkilerle örtüşüyor mu, o zaman katmerli bucusun…
E bunlar bir de 40 değil, her Allah’ın günü, her fırsatta,
her mecradan söylenince, yeni doğrular halini alıyor…
Çok bilinen kaynar su – kurbağa hikâyesinde de olduğu gibi,
yavaşça ısıtılan suyun içindeki kurbağalar gibiyiz…
Neredeyse 40 yıldır, Pazartesi sabahları ve Cuma akşamları
bayrak törenlerinde selam durulan büstten ötesini bilmeyen bir nesil yetişti
maalesef.
Önderin kurucu prensiplerini anlayıp içselleştirmek yerine, sadece
adı yüceltildi. Üstelik bu yapılırken, neredeyse kendisinden daha yüce bir
varlığın direktiflerini ileten başka bir manevi şahsiyetin ( anlamayanlar için
Hz. Muhammed ) yerine konuyor gibi algılandığı için, toplumun büyük bir kısmı
içten içe itiraz ettiği halde…
Bu büyük topluluğun büyük bir kısmı, “İkra” ( Oku ) ile
başladığı halde, esas kaynağını okumadan, yine söylenenlerin peşinden gittiği
için de nereye çekilirse oraya yöneldi… Kullanım kılavuzlarını da okumuyoruz
misal…
Devam etmeden önce, buraya kadar olan kısmı sindirmek için biraz
düşünün. Söz veriyorum acıtmayacak…
Şimdi, yaklaşık 100 yıl öncesine gidiyoruz.
Dünya üzerinde ne kadar ekskavatör güç varsa, alenen bu
topraklarda taş taş üstünde bırakmamacasına girişmiş ve ne olmuş biliyor
musunuz? Karşılaştırma olsun diye söylüyorum, bunlar sapan gücüyle defedilmiş. Ülkede
zamanını okuyamayan, ya da buna aldırış bile etmeyen bir yönetim olduğu halde.
Vatanım Sensin izleyen bilir, sonrasında canhıraş bir savaş
ve çağın uygar toplumları tarafından da benimsenen cumhuriyet ( bu 3 ya da 4. sezonun
finaline denk gelir sanırım ) yönetimi dönemi.
Bu dönemde yönetimin işleyişi rahatlıkla zamanının İtalya’sı
ya da Almanya’sı gibi olabilecekken ne olmuş? Evet, bravo! TBMM.
Kurucu ilkeler harfiyen uygulanmış, bu kez ülke geneline
yayılan savaş alanından arta kalan enkazın üzerine yepyeni bir devlet kurulmuş.
Atılan her adım, TBMM onayı ve denetiminde olmak üzere…
Köy enstitülerinde radyolardan yükselen Tchaikovsky eserleri
eşliğinde…
Bugün hala tepe tepe harcanan her ne miras varsa, işte o
dönemde yapılanların meyvesidir.
Dolayısıyla, bu ülkenin insanları, birlik olma konusunda da,
üretmek konusunda da, ve daha pek çok alanda, rüştlerini ispatlamıştır.
Ama işte, sonraki 40 yıl kısık, ondan sonraki 40 yılda da
harlı ateşe maruz bırakıldığımız için bir şeyleri fark etmiyor gibiyiz artık.
Bir de tabi, iletişim çağının doğru-yanlış bilgi bombardımanı yüzünden zihinler
berraklığını yitirdi biraz da…
Bir sindirme molası daha…
Bugün, şöyle bir seçimin eşiğindeyiz. Ya … , ya da ….
Çok uçlarda, bizden sonraki nesilleri de etkileyecek
sonuçlar doğuracak bir seçim.
Bu seçimi kimler yapacak? Sen, ben, bakkal, taksi şoförü,
herkes… Bunların içinde yanlış yönlendirilmiş, zihinleri berrak olmayan da bir
dolu insan var. İthalleri saymıyorum. Anketçi abiler her akşam televizyonda işte,
yüzde şu kadar bu, yüzde şu kadar şu anlatıyorlar…
Peki bu insanlara nasıl ulaşılacak?
Holiganlar gibi bağırarak mı? Geçiniz efendim, herkes kendi
işini yapsın. Mamafih hukuk insanlarına da ihtiyaç var sonrasında…
Ritimsiz sloganlarla mı? Her duyduğumda, ilkokul 1. sınıfta öğretmenin
defterlerinizi açtınız mı çocuklar sorusuna hep bir ağızdan verilen “aaaaaçtıık”
cevabı geliyor aklıma…
Kalın bıyıklı, yeşil parkalı devrimcilerle mi? Onlar 1970’lerde
kaldı…
Yazık ki, tekrar, insanlara geleceklerinin teminatının hangi
tercihte olacağı, bir deterjan nasıl pazarlanıyorsa, herkesi kapsayacak şekilde
anlatılmalı.
Bu ülkenin hak ettiği şekilde bir gelire, daha çok üretmeye,
sağlıklı bireylere vs vs başka ülkelerin insanlarının faydalandığı her ne varsa,
bu ülkenin insanları da aynını hak etmektedir.
Bunun için kuruluş ilkeleri ( unutanlar için,
Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik ve
önemlisi, bunlar bir siyasi partinin ya da hükümetin değil, devletin ilkeleridir.
Hükümet ile devlet arasındaki farkı bir başka yazıya bırakalım artık ) doğrultusunda
çağdaş bir ülkenin yeniden yapılandırılması için yapılacak gerçekten, ama
gerçekten çok iş var.
Sevgiler.