İki seçeneğim var.
Ağız dolusu küfretmek, ya da rasyonel düşünüp durumu analiz
etmek ve bir sonuca varmak.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın serzenişi üzerine kısa bir
sohbet sonrası, biraz daha iyi hissetmesine yardımcı olduğumu düşünüp, kendimi
tebrik etmekteyken, küçük oğlum beş karış suratla girdi çalışma odama.
Uyuyamamış. Yarın okula gitmekten endişeli. Bırak okula gitmeyi, camlar kapalı
değil mi diye sordu…
Başka çocukların yaşadıkları yanında bu ne ki… Değil işte…
Bu travma durumu bile fazla. Bütün çocuklar için. Yaşı kaç olursa olsun… Başka
dertleri olmalı onların; oynadıkları oyunda geçemedikleri seviyeler, cumaya da
çok olması, yaza daha da çok olması vs…
Zihnimde dolaşan küfürlerden arta kalanlara şöyle bir
bakalım.
Muhabirlerin kırmızı burunlarıyla soğuktan titreyerek ve canhıraş
bağırarak köprü ayağına yakın bir yerden yaptıkları kar geliyor anonsları
olmadan ülkede kışın yaşanmadığını düşünen bu kadar insanı bir araya toplamak
büyük maharet ister aslında. Ama gel gör ki kendiliğinden bir araya gelmiş işte.
Sadece tanımadığı insanların öleceğini sananlar…
İnsanların, tartışma programlarının vazgeçilmez
tekerlemelerinden Suruç, Diyarbakır, Mersin, Sutanahmet, Ankara’nın yanına bir
de İstanbul Taksim eklenene kadar görmemeyi tercih ettikleri bir dram var bu
ülkede.
Chopin’in opus 35, 2 numaralı si bemol majör piyano
sonatının son bölümü eşliğinde göklere yükselen salavatlar ve feryatlar,
yıl-lar-dır, yıllardır var bu ülkede.
Bültenlerde 35 saniye içinde şansı varsa ismi okunan, 5-6’dan
fazlaysa rakamla geçiştirilen yiten canlar var bu ülkede.
Hem de öğreniyoruz ki 1’e 10 veren canlar…
Öylesine kanıksanmış bir durum var ki, olursa da öyle olsun.
Trafik ayrı öldürür, iş kazaları ayrı, aile içi veya dışı şiddet ayrı, terör ayrı…
Ne doğru düzgün önlem alınır yenileri yaşanmasın diye, ne de önlem alınması
için bir baskı oluşturur toplumdaki her bir birey.
Bakınız; yine çok sevdiğim bir arkadaşımdan alıntı yaparak
şunun altını çizmek istiyorum. Sistemler, kendi başlarına hayatlarını idame
ettirebilen, dünya dışı varlıklar değildir. Onları oluşturanlar bizleriz.
Bir başka deyişle, şu kadar çokluğa ulaşmış, örneğin terör
kurbanı insanlar var ya; işte o toplamın seksen milyonda birinde, senin benim
de katkımız var. Önce bu sarsıcı gerçekle bir yüzleşelim bakalım…
Beklemediğin kırmızı ışık, kelebek etkisiyle bir trafik
kazasına dönüşüyorsa…
Yirmi katlı binayı 180 günde teslim etmesi için anlaştığın
yüklenicinin inşaatında işçiler sapır sapır can veriyorsa…
Etkileyici bir fotoğrafı ve öyküsü var diye, sadece bir
tanesi için sesini yükselttiğin (o kadar) kadın ölümleri yaşanmaya devam
ediyorsa…
Kendi toplumunun bir parçasının, hiç ilgilenmediğin
sorunları artık canına tek etmişken, sözde(!) onun adına mücadele vermekte olan
bir güruhun yaptıkları ve zaten bir çözüme ulaşmayı aklının ucundan geçirmediği
halde, mış gibi yapan bir yönetimin yanlış politikaları yüzünden kendini böyle
bir ortamda buluyorsan…
İki gün evinden çıkamamaktan daha ciddi sıkıntılarının
olması lazım…
Hamaset söz konusu olduğu zaman, mangalda kül bırakmayız
değil mi? Ne 18 Martı kalır, ne 30 Ağustosu… Şöyle cesur, böyle yiğit bir
milletin evlatlarıyızdır. Her bir karışı şu kadar şehit kanıyla sulanmıştır…
Hani?..
İlk emri oku olan bir dinin (çoğunlukla) mensuplarıyız
sözde. Ama okumuyoruz.
Korkma diye başlayan bir milli marşımız var, ama itiraf
edin, korkuyoruz…
Değerli dostum, kork-ma-ya-cak-sın!