Yuh!
Koca gemiyi nasıl görmezsiniz! Banyondaki plastik ördek bile daha haysiyetlidir. Batar matar, utanır bir şey yapar.
Tükürük bezi yetmezliği çekiyorum sizin yüzünüzden. Bağırmadan okuduğunda da bir anlamı olan bu replik etrafında döndürmek istiyordu, yeni filmini...
Canlılar dünyasındaki çeşitlilik olduğu sürece nano teknoloji uzak kalacak sandıkları için, türler birer beşer yok oluyor sanki.
Keşke şöyle olsaymış;
Biten paketin yerine yenisini almaya yemin etmiş ev kadınları bile karbon izini konuşuyor kabul günlerinde.
Yazık ki böyle bir dünya yok kadim dostum Benjamin...
Yine bu topraklardan doğan bir çılgınlığın, dünyayı dolaşıp geri geldiğinde tanımakta zorlandığın mahalle arkadaşın gibi davranmasına ne diyeceksin? Nasıl diyor siz... Kitabı da var hani...
Sana balık tutmayı öğretmeyecekler. Bunu iyice kafana sok.
Aynı masadan yemek yemene izin veriyorlar sanıyorsun değil mi, porsiyonlara baktın mı hiç?
Bayilikler verilecektir.
Buradan yürümek istemiyorum sevgili Benjamin, zira sıkıcı, karanlık sokaklara çıkıyor.
Akşam güneşini elinde tutuyor göründüğün matrak yaz fotoğraflarında, geri planda flu olarak resme katılan hayatları bir düşün.
Yanından yürümediğin kaldırım taşlarını...
Birileri seni sorumlu tutar diye düşünüyorsun, yanılıyorsun.
Unutmadan, etrafında döndürmekle, film çevirmek aynı şey değil. Miş... Ben de sonradan öğrendim.
Zıvanadan yeni çıkmış hoyratlıkları dizginlemek kadar zor olmalı, anlam yüklediğin her kelimeyi ilk gördüğünde tanımak... Sırf bu yüzden hep gözümü kapattım, tanımadığım barlarda telefonum çaldığında.
Aç kalmış su samurları da aynı balığın peşinden sırayla gider ya, işte ben de öyle susuyorum ki bazen sabahları ilk kahvemi içmeden önce... Süt tozunu mu, şekeri mi iki kaşık koyduğumu unuttuğum zamanlarda bile böyle hasretler çekmiyorum diyebilirim...
Korktuğum da oluyor tabi. İnsanız neticede. Ama hiç bir zaman gereksiz öksürmem sen de biliyorsun.
Konuştukça battığım sarhoş muhabbetleri bir yana, asıl aklımdan geçenleri yazmaya yetişemiyor kalp atışlarım bile. O kadar da içmem halbuki...
Deniz kenarında, içini oyarak elmadan yaptığım bardakla kafaya diktiğim rakıyı bulamadım hala. Ne de o kamp ateşini... Sonra da yersin ya o elmayı... Nelere gülüyorduysak artık...
Sezon finalleri var artık. Yine de kaç bölüm çekeceğini kestiremediğin dizilerde. İlgin mi kaydı, hop bir bakıyorsun uşak, dondurma satıyor başka bir senaryoda.
Keşke, keşke sevgili Benjamin, tüm seçimlerimizi öngörmeye çalışmasalar da, karar vermemişlere dayamasalar yarısı, üç tanesinden biri diye...
Biz sürüler halinde dolaşırken tam da böyle, özellikle de arka plandaki hayatları etiketleyip satanlar, senden benden önce geçiyor salata büfesine... Geç kalınca da hesap sana bana kalıyor haliyle...
Sana hiç borcum yok diyemem o ayrı...
Hepsi bir yana, saatler önce dibinde içilmeden unutulmuş kahveyi tekrar fark etmek gibisi yok.
Neyse erken kalkacaksın, sen yat istersen. Ben de tvnin önünde biraz pinekler uyurum...
Sabah kurye gelecek haberin olsun...