Cecille kuzum sen de hissediyorsun değil mi sokaktan gelen havayı? Niçin böyle yapıyorlar dersin? Zamansız açan bir nilüfer ya da geç kalmış bir erguvan olabilir mi?..
Daha da önemlisi, sadece kaç dakika ünlü kalacaklarıyla ilgilenen posta güvercinlerinin, yas tutmaya kalkışması.
Dünya saçması.
Her sabah limon kabuğuna nane karıştırsan daha faydalı olurdu emin ol. Son vapurun kalktığı adanın, denizle değil de hortlak görmüş bostan korkuluklarıyla çepeçevre kuşatılmış olması da cabası...
Sence bu nasıl bir yol, sola dönüş vermeyen bir kavşak olabilir mi hiç? Hep aynı yönde yürüsen varacağın yer neresidir sence? Zaten evrene göre olduğumuz yerde durmuyor muyuz?
İnan bana o tüyler hiç bir zaman istenmedi. Ürperten manzaralara bir hazırlık mıydı, ben de emin değilim. Şimdi de değişen bir şey yok.
Sevgili kadim dostum Benjamin ve sen Cecille. İkinizi de çok yakından tanıyorum biliyorsun. Şimdi sana anlatacaklarım o karıştırdığın aşk mektuplarının arasında yok. Bu yüzden aç kulağını da beni iyi dinle rica ederim.
Düşün ki, tecavüzü hep hoş görürsen, gün gelip senin ırzına geçildiğinde sesini duyan olur mu? Adil gibi görünüyor aslında, ama değil işte.
İki yolun kesişmesi de sana seçenek sunuyor gibi görünmüyor mu zaten? Ama...
Dün burada siyah uzun bir şapka unutmuş muyum ben? Ah tabi ya. Özür dilerim yazlığın gazeteden örtülerini ben gelmeden yarım saat önce kaldırdığına göre sen de yeni geldin buraya.
Gücünü nereden aldığıyla ilgili değil mi zaten gazetelerin de, kaçıncı kuvvet oldukları. Maytap satan eski mahalle bakkalları zamanında (ki kısa pantolon giyerdik, şort değil, bermuda gibi bir şey) dahi şeytanlık, şeytanın tekelindeydi. Bugün frenchise ile istesen sen bile ayakkabı dükkanı açabilirsin. Dediğim gibi, belli bir bedel ödüyorsun tabi.
Sana nasihat veriyor gibi görünmek istemiyorum ama halüsünasyon, düşündüğün gibi, görünmeyen, yani bazılarınca bazen görülen yeni bir ulus değil. Bu aslında zayıf bir iz düşününden başka bir şey değil, olmayacak da...
Ne diyordum?
Kuzum Cecille, dinliyor musun sen beni?