Her canlı (bir gün) ölümü tadacaktır. (3:185)
Korkularımıza baş tacı ettiğimiz ölüm. Bedenlerin cansız ruhların özgür kaldığı anın başlangıcı.Sevdiklerimizden (bir süreliğine) ayrı kalmak.Zamanın deviniminde sıkışmış hayatımızın sonu.
Ölümden sonraki durumu henüz deneyimleyip de yaşama geri dönmüş bir örnek yok/bilinmiyor.
Zaman bizim için var olan ve her şeyimizi ona göre endekslediğimiz ilginç bir kavram. Mekana ve hareketliliğe bağımlı, olmadığını düşünmeye bile yanaşmadığımız bir kavram.
Uzayı kendimize göre tanımlarken a noktasından b noktasına yaptığımız yolculuğun iz düşümüne karşılık olarak hislerimizle algıladığımız, belki de icat ettiğimiz bir kavram.
Algımızın, beynimizin sınırları, bildiğimiz ya da bilmediğimiz uzayın derinliklerine dek uzansa dahi kavramakta güçlük çekeceğimiz bir permütasyon, kombinasyon denklemi içinde doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz. Ve bizimle birlikte gördüğümüz görmediğimiz, varlığından emin olduğumuz olmadığımız her türden canlı da aynı şekilde, canlı hayatının başladığı/başlatıldığı ilk andan bu yana.
Ortaya atıldığı ilk andan bu yana zıtlıkların kutuplarından birini oluşturan Darwin'in Türlerin Kökeni Teorisi ve "Kitap" sahibi dinsel inanışların uygulayıcılarının (!) çelişki ve çözümsüzlükte bıraktıkları iki yaklaşımın da birbirini tamamlayacağı bir senaryo nedense bugüne dek ilgi görmemiş. Bu konuya daha sonra detaylı olarak girmek üzere devam ediyorum.
Yörüngeleri içinde birbirlerine çarpmaları gerekmedikçe teğet bile geçmeyen gezegenler silsilesinde olduğu gibi birbirlerine girift olmuş hayatlar yaşanıyor.
Bugün evimde konuk etmeye başladığım balığım, az önce solungaçlarını son kez hareket ettirdi. Göz göze geldik o anda. O beni görüyor muydu bilmiyorum. Ben onu gördüm. Ve o, artık yok.
Onun gözlerine son kez baktığım o anın o zerresinde, yukarıda anlatmaya çalıştığım ve daha anlatamadığım bir yığın düşünce zihnimden geçiverdi. Hep olduğu söylenen, ölmek üzereyken hayatının baştan sona gözünüzün önünden akıp gitmesi gibi.
Zamanın genleştiği ya da düşüncelerin ışık hızını katlayarak yol aldığı o tarifi zor anlardan biri.
Alanında yaptığı çalışmalarla, algımızı ve anlayışımızı, devrimsel bir yaklaşımla zamanda ve mekanda görecelik kavramıyla tanıştıran sevgili Einstein yaşasaydı ona sormak isterdim.
Ders niye uzun sürüyor da dondurma çabuk bitiyor?..
Böyle bakınca, yani zaman düzlemini yok sayınca, ruhumuza dair düşünmek daha olabilir hale geliyor. Sonsuza dek yaşamak yerine sonsuzlukta yaşamak. Mekandan maddeden cisimden bağımsız.
Mutlak ve yok olmayacak olan, ancak şekil ve tür değiştirerek varlığını sürdürecek olan saf enerji.
Bildiğimiz evrenin sınırlarını da aşan, hiçlik içinde de varlığını devam ettiren o enerji.
Ana kaynağından ayrıldığı ilk andan nice sonra, zamanı geldiğinde, ( ama kaynağın durduğu yerden baktığınızda hemen ) içinde enerjisinden barınan her şeyin sonunda tekrar katılacağı o en son nokta.
Semavi dinler bu buluşmaya hak kazanabilmenin yolunu, bu bedenlerimizde bu hayatımızda yapıp ettiklerimizin öngörülen kurallar dahilinde kalmasına bağlıyorlar. Buna göre; ahlaklar için düzenleyici, organize edici yöntemlerden birini seçtiğinizde ve taammüden ona bağlı kaldığınızda sonuçta büyük buluşmaya hak kazanıyorsunuz.
Buna hak kazanamayanlar? Kimi inanışa göre hak kazanıncaya dek bu deneyimi tekrar ediyor, başkalarına göre ise kaybedenlerden oluyorlar.
Bir düşünün. Evreni ve her şeyi kapsayan bir varlık için, enerjinizin akşam yemeğine katılmayışı bir kayıp olabilir mi? Aç kalan derdine yansın.
Sevgili küçük balığım.Bunları düşünmeme yardımcı olmak için hayatını feda ettin. Sevgimden istediğin kadarını al senin olsun.
Görüşmek üzere.
11.05.2008
04:30